Yenmek mi Yenilmek mi: “The Platform” (2020) İncelemesi

İspanyolca orijinal adı El Hoyo olan The Platform, Toronto Film Festivali’nde dünya prömiyerini gerçekleştirdikten sonra, halkın beğenisi ve takdiriyle filmin ünlü dijital platformlarda diğer izleyicilere de sunulması sağlanmıştır. Yayınlanma tarihi bazı ülkelere göre değişse de Türkiye dahil birçok ülkede 20 Mart 2020 tarihinde gösterime girmiştir. Takdir ederseniz, Korona Virüsü’nün patlama yaptığı bu ayda böylesine bir filmin yayınlanması çok yerinde bir tesadüf desek yeridir. Burada “Neden?” diye soranlar var ise, yazımın devamında bana hak verecektir. David Desola ve Pedro Rivero filmin senaryosundan sorumlu olup, İspanyol film yönetmeni Galder Gaztelu Urrutia da filmi yönetmiştir. Filmin senaryosu aslında tiyatro oyunu olarak kaleme alınmış ve aslında oyun, başrol Goreng’in aşağı inmeye karar vermesiyle sona ermiştir. Filme dönüştürülmeye karar verilince Goreng’in isyancı arkadaşı Baharat ile olan aşağı inme macerası hikayeye sonradan eklenmiştir. Film baştan sona hem sistem hem dinsel eleştiriler ile izleyicilere farklı perspektifler sunuyor ve bir yandan da düşündürüyor.

Yavaştan konumuza girecek olursak, filmin ismi ne kadar The Platform olarak geçse de söz edilmesi esas olan şey, yüzlerce katlı kocaman beton yığını katların arasından geçen, sonu görünmeyen koca bir çukur. Bu deliğe gelmeden önce adaylara hangi yemeği sevdikleri soruluyor ve seçecekleri yalnızca bir nesneyi veya şeyi yanlarına alabilecekleri söyleniyor. Deliğin mekanizmasında bulunan bir platform, birinci kattan itibaren bir kuş sütü eksik diyebileceğimiz, yemeklerle donatılmış şekilde sonuncu kata kadar gidiyor.  Bu yemekler en üst katta bulunan mutfakta titizlikle hazırlanıyor. Her katta iki dakika duracak şekilde çalışan bu platformun üzerindeki yemekler sırayla yeniyor. Şimdi şöyle bir soru sorabilirsiniz; kim bu yemekleri yiyenler ve neden bu Delik’teler? Burayı, mahkumlar için var edilmiş bir tür hapishane gibi düşünebiliriz. Fakat başrolümüz Goreng buraya kendi isteği ile gelmiş. Yani bu çukur ne için yapılmış, amacı ne veya hapishane değil de madem ne diye sormadan edemiyoruz, kafalar karışıyor. Platformun üzerindeki yemekler alt katlara indikçe, haliyle yemekler de giderek azalıyor. Birinci kattan sonra alttakiler üsttekilerin artıklarını yemek zorunda kalıyor. Platformun önemli bir kuralı; eğer biri yemeği verilen süre içinde yemez ve daha sonra yemek için saklamak isterse, olduğu hücre gittikçe soğur ve kişi donarak ölür veya sıcaklığı artar ve yanarak can verir. Hücrede bulunan kişiler ise her ayda bir gazla uyutulup, rastgele bir kata koyulur. Böylece herkes hem aşağıyı hem yukarıyı tecrübe etmiş olur.

Filmin ilk sahnesi mutfakta geçiyor. Beyaz takım elbiseli, beyaz saçlı temiz görünümlü yaşlı bir adam mutfağı yönetiyor. Bir yandan kemanlar çalınıyor, bir yandan aşçılar müthiş bir özenle yemekleri hazırlıyor. Böylesine aydınlık, ferah bir ortamdan sonra yaşananlar hiç de iç açıcı değil aslında. Yemekler özenle platforma yerleştirildikten sonra o aydınlık ortam, bir anda karanlığa bürünüyor. Ana karakterimiz Goreng uyanıyor ve hikaye 48. katta başlamış oluyor. Göreng, neler oluyor, nasıl oluyor diye sorarken oda arkadaşı olan ihtiyar Trimagasi’den Delik’ in nasıl işlediğine dair bilgi alıyor. İhtiyar adam 48. Katın iyi bir başlangıç olduğunu, şanslı olduklarını söylüyor. Goreng ne olduğuna anlam vermeye çalışırken aşağıdaki veya yukarıdaki kişilere seslenmeye çalışıyor. Trimagasi buranın, tabiri caizse müdavimi olmuş. “Aşağıdakilere seslenme çünkü aşağıdalar; yukarıdakilere seslenme seni duymazlar.” diye bir uyarıda bulunuyor Goreng’e çünkü “Üç tür insan vardır; yukarıdakiler, aşağıdakiler ve düşenler.” diyor. Delik içinde kurulmuş olan bu hiyerarşi, tarihte ve şuanda da olduğu gibi sistemdeki farklı sınıf insanların birbirini duymamasına ve görmemesine neden oluyor. Yemek kırk sekizinci kata gelene kadar yağmalanmış, yarısı yenmiş oluyor ve Goreng bu görüntüden tiksinmiş olacak ki yemeye istekli gibi görünmüyor. Trimagasi yemeği iştahla yerken Goreng’e yemesini yoksa pişman olacağını söylüyor. Goreng platformdan aldığı elmayı cebine koyarak “Bunu sonra yiyeceğim.”  diyor. Platform aşağı inmek üzere hareket ediyor. Hücre bir anda cehennem sıcağına bürünmeye başlıyor ve Goreng yine ne oluyor derken Trimagasi, eğer aldığı elmayı platforma geri koymazsa orada sıcaktan öleceklerini söylüyor ve elma platforma geri bırakılmak zorunda kalıyor. Bu konuya bağlı olarak, filmin birçok dini öğe barındırdığını destekleyen birçok teori üretilmiş ve buradaki elma Adem ile Havva’nın meşhur yasaklı elmasına atıfta bulunulduğu iddia edilmiştir. Goreng’in bu elmayı almasının cezası ise hayatının sona ermesidir.

 







Elmayı cebine koyması ile beraber sıcaklığın artması bana cehennemi anımsattı, yani bunu, Adem ile Havva’nın işlediği günahın cezalandırılması gibi düşündüm. Yemekten sonra sıra, neden burada olduklarını anlatmaya gelince Goreng, buraya sigarayı bırakmak ve bir türlü okumaya fırsat bulamadığı için yanına getirdiği ünlü İspanyol yazar Cervantes’in Don Kişot romanını okumak, eğitimini yarıda bırakmış olduğundan kalacağı altı aylık sürecin karşılığında vat edilen diplomayı almak için gelmiş bulunuyor. Dikkat ederseniz Goreng’in hem fiziksel hem duygusal yönlerinin, okuduğu kitabın ana karakteri Don Kişot’a benzerliği bir tesadüf değil. Goreng, Trimagasi’ye neden burada olduğunu ve neyi yanına aldığını sorduğunda ise Trimagasi “Samurai-Max” adlı bir bıçak reklamından bahsetmeye başlıyor. Bıçağın çok keskin olduğunu sürekli vurgulayarak daha sonra bıçağın daha da keskini olan “Samurai-Plus” adlı bıçağı aldığını söylüyor ve arkasından bıçağı çıkarıyor. Burada olmasının nedenini ise camdan dışarı fırlattığı televizyonun, o sırada yoldan geçen bir göçmene isabet ettiğini ve öldüğünü, o sırada oradan birinin geçtiğini bilemeyeceğini, orada olmaması gerektiği şeklinde açıklıyor. Bu cinayet sonucunda akıl hastanesi veya Delik arasında bir seçim sunulmuş ve Trimagasi deliği seçmiş. Trimagasi’nin bıçağını gördükten sonra buranın o kadar da masum olmadığını fark ediyoruz seyirci olarak. Bu, Goreng’i biraz düşündürse de, Trimagasi’ye yemeği paylaşabileceklerini, herkes yeterince yemek yerse yemeklerin herkese ulaşacağını söylüyor ve Trimagasi’nin meşhur repliği çıkıyor karşımıza,  “Sen Komünist misin?”. Öyle görünüyor ki bu ihtiyarın düzeni yıkmak işine gelmemiş veya değiştirebileceğine inanmamış ve ortam şartlarına adapte olarak bu durumu kabullenmiş. Repliğinin devamında “Yukarıdakiler Komünistleri dinlemez.” şeklinde konuşarak Goreng’in inancının bu düzende bir anlamı olmadığını ifade ediyor. Delik’in Kapitalist sistem olduğunu düşünürsek, üsttekiler gereğinden fazlasını tüketerek alt kısımların aç kalmasına neden oluyor. Kapitalist sistemde ise alt tabaka işçilerden oluşur ve işçiler, yönetenler kadar değerli değildir. Gelir dağılımındaki dengesizlik ve eşitsiz düzen, yönetimin zenginliğine zenginlik katmasına, yönetilen kısımdakilerin de daha fakir olmalarına sebep olur. Alt tabakada yer alan işçiler, üst tabakaların kazancına çalışır. Aslında düzenin temeli olan emekçiler, isyana kalkışıp yönetimi yıkar, herkesin eşit kazancına destek sağlarsa yönetimin hiçbir anlamı kalmaz. Bu yüzden Kapitalist sistemin en büyük düşmanı Komünizm’dir. İçinde insan bulunan her sistem yozlaşmaya mahkumdur. Komünizm, Kapitalizm’i yıkacak güce sahipken, insanların zamanla yozlaşması sistemleri de beraberinde yolsuzluğa götürüyor. Kapitalizm insanları ne kadar sömürmeye devam ediyorsa, Komünizm de Kapitalist sistemin altında ezilerek, yozlaşmış hale geliyor.

Delikten bir ceset düşüyor. Trimagasi şaşırmış gibi görünmese de Goreng için bu, alışık olunan bir durum değil. Deliğin derinliği, her zaman intihara açık bir uçurum hissi yarattı bende. Şimdiki dünya düzenine uyarlarsak ayak uyduran yaşar, uyduramayan her zaman vazgeçme seçeneğine sahiptir. Buna örnek olarak aklıma gelen bir eseri anmak istiyorum. Amerika’nın endüstriyel zamana geçişinden sonra devrin değişerek Kapitalizmin revaçta oluşu, Eugene O'Neill’in “The Hairy Ape” adlı tiyatro oyununda işçi sınıfını temsil eden Yank karakterinin aleyhine işleyerek, Kapitalist sisteme kurban gitmesine neden oluyor. Yani benim çıkarımım, Yank gibi Delik’ten düşen kişi de düzene ayak uyduramadığı için yaşamını yitiriyor. Kapitalist sistemin, filmde sembolik olsa bile, birçok eserde işlendiğini ve yıkıcı bir etkisi olduğu şüphesiz.

Diğer seyircileri bilmem ama ben Trimagasi karakterine baştan beri hiç ısınamadım çünkü hatırlarsanız yanında bıçak getirmişti ve aşağıdakilerin yemeğine her yemekten sonra tükürüyor hatta idrarını yapıyor ve  “Nasıl olsa yukarıdakiler de bize aynısını yapıyordur.” diyerek kimsenin yiyeceğine saygı duymuyordu. Goreng’in dikkatini çeken bir şey vardı o da ihtiyar uzun zamandır burada olmasına rağmen hiç zayıf ve aç kalmış birine benzemiyordu. Trimagasi buna karşılık birçok katta bulunduğunu, altı da üstü de tecrübe ettiğini söylüyor. Daha sonra bir konuya değiniyor ki kan donduran cinsten. Yüz otuz ikinci katta bulunmuş ve o kata yemek ulaşmadığı için hücre arkadaşını yavaş yavaş her gün yemiş. İşlerin alt katlarda iyice çığırından çıktığı mesajını almış oluyoruz.

Bu sırada platformun üzerinde aşağı inen bir kadın görüyoruz: Miharu. Bu kadın Asyalı bir karakter. Trimagasi, Goreng’e kadını görmezden gelmesini, yemeğini yemesini söylüyor fakat Goreng kadına dikkat kesiliyor. Yaşlı adama bu kadının kim ve neden burada olduğunu soruyor. Burada çocuğunu aradığını söylüyor ve Goreng bir şok daha yaşayarak çocukların da bu cehennem çukuruna geldiğini öğreniyor. Gün geçtikçe Goreng, bulunduğu mekanı benimseyerek, Trimagasi ile anlaşmaya, şakalaşmaya, görgüsüzce yemeye ve hatta yemeklere tükürüp, kusmaya başlıyor, Trimagasi Goreng’e “Salyangoz” diye hitap etmeye başlıyor ve Goreng bu durumdan rahatsız oluyor. Derken, kat değişme zamanı gelip çatıyor. Trimagasi, odaya salınan gaz ile uyutulup yarın farklı bir katta uyanacaklarını söylüyor ve gözlerini yüz yetmiş birinci katta açıyorlar. Goreng kendini yatağa bağlanmış şekilde buluyor. Trimagasi Goreng’e bu kata yemek gelmeyeceğini, yaşlı ve güçsüz bir adam olduğu için aç kalmaması gerektiğini söyleyerek Goreng’in her gün bir yerini yiyeceğini söylüyor “Yenmektense, yemek daha iyidir … Arınman için birkaç gün bekleyeceğim salyangozum … Yaralarını iyileştirmek için elimden geleni yapacağım.” gibi cümleler kurarak şimdiden Goreng’in yem olmaya hazır olması gerektiğini ona “Salyangozum” diyerek belli ediyor. Açlıkla geçen bir haftadan sonra Trimagasi acıktığını ve artık karnını doyurması gerektiğini söylüyor ve Goreng’in bacağından bir parça kesiyor. Dinsel açıdan gözetirsek, Trimagasi burada şeytan rolüne bürünüyor. Elindeki bıçak ise şeytanın silahı. “Salyangoz” muhabbeti filmde birçok kez yapıldığı için dikkat çekiyor. Filmin ileri dakikalarında gördüğümüz, buraya gelmeden önce yapılan mülakatta sorular sorup formu dolduran Imoguiri, Goreng’e en sevdiği yemeği soruyor. Goreng “Escargots à la Bourguignonne” (Salyangoz yemeği) olduğunu söylüyor. Goreng’in İsa rolünde olduğunu düşünürsek, salyangoz kutsal kitaptaki ayetleri, Don Kişot romanı da kutsal kitabı sembolize ediyor olabilir. İsa ayetleri çok kullanır ve bu metinlerdeki ayetler İsa’nın izleridir. Bir salyangozun gittiği yerde iz bırakması gibi.

Bu sırada Miharu platformdan inerek Trimagasi’nin bıçağını alıp ona saldırıyor, Goreng’i de çözüp, bıçağı Trimagasi’nin işini bitirmesi için Goreng’e veriyor. Goreng film boyunca görmediğimiz bir yanını burada ortaya çıkararak gözünü kırpmadan Trimagasi’yi vahşi bir hınçla art arda bıçaklayarak öldürüyor. Burada İsa’nın şeytanı alt ettiğini düşünebiliriz. Bu sırada mutfak katına yani en üst kata gidiyoruz ve beyaz takım elbiseli ihtiyar, Panna Cotta tatlısında tüy buluyor. Bu ihtiyarın Tanrı olduğunu düşünürsek, bulunan tüy için aşçılara, yani meleklerine kızıyor. Saç düşen Panna Cotta lekeli iman alegorisi oluşturuyor. Tanrı da kullarının kendilerine ulaşmasını istediği için bu duruma öfkeleniyor. Günlerdir aç kalan Goreng bitkin düşerek yatağa yığılıyor ve Miharu onu Trimagasi’nin cesediyle besliyor. Miharu’nun, dinsel açıdan burada Mecdelli Meryem’i temsil ettiği teoriler arasında. Mecdelli Meryem için Luka İncili’nde İsa’ya inanmadan önce hayat kadını olduğu, yedi kötü ruhtan kurtulmuş ve daha sonra İsa’yı takip edenlerden biri olduğu yazar. Burada Miharu karakteri aslında “Deli Katil” diyebileceğimiz bir günahkar ve sonsuz yaşam arayışında. Ölen Trimagasi, Goreng’in kafasının içinde konuşmaya devam ediyor: “Ya yersin, ya yem olursun…Artık aynıyız, katiliz…Artık senin içindeyim, sen de bana aitsin.” . Goreng bu olaydan sonra Trimagasi’nin eleştirerek yaklaştığı davranışlarının hepsini yapmış oldu yani onun gibi oldu.

Açlık ve bitkinlik ile geçen günlerde bıçakla duvara çizgiler çekerek günleri sayan Goreng, yeniden duyduğu gaz kokusu ile yeni bir katta uyanıyor, otuz üçüncü kat. Hücre arkadaşı onu bu deliğe gönderen bir kadın çalışan, Imoguiri. Buraya, insanları gönderdiği yerin nasıl bir yer olduğunu görmek için gelmiş, yanına da köpeğini almış. Bunu gören Goreng “Çok akıllı bir seçim yapmışsın.” diyor yüz yetmiş birinci katta olanlardan sonra. Köpeğinin adı II. Ramses de temsili bir anlam taşıyor. II. Ramses, Yahudilerin Mısır sürgününü ve Yahudi inanışlarını temsil ediyor. Imoguiri burayı Dikey Yönetim Merkezi olarak nitelendiriyor. “Eğer spontane dayanışma kurulursa, sistem değişebilir. Değişim ise spontane değildir.”  diyerek çıkacak olan isyanın ilk adımını, dayanışma fikrini Goreng’in aklına sokarak yapıyor. Kadın bir gün kendisine yemek hakkı tanıyor, bir gün köpeğine. Aşağıdakilere de yemek ayırıp eğer bu kadarını yerlerse aşağıdakilerin de karnının doyacağını söylüyor. Onlar da günlerdir aç olduklarını söyleyip dinlemiyorlar. Kadın usanmadan her gün bunu söylese de Goreng bir gün son noktayı koyuyor. “Eğer payınıza düşeni yemezseniz her gün yemeğinize sıçarım, her birine bulaştırırım ve siz de her gün bok yersiniz.” diye sert bir dille tehdit ettikten sonra aşağıdakilerde bir sessizlik oluşuyor. Anlıyoruz ki insanlığın “İnsanlığını” kaybettiği bu çukurda iki çift güzel söz değil; sert bir kaya gibi kaba, ahlaksız ve tehditkar bir dil işe yarıyor. Miharu bir gün platformdan baygın şekilde gelince, ikisi yemek yemek yerine Miharu’ya yardım ediyor. Fakat bir sonraki gün Miharu, Imoguiri’nin köpeğini öldürüp yiyor ve ikisi arasında bir kavga çıkıyor. Goreng Imoguiri’ye Miharu’nun her gün burada çocuğunu aradığını söylüyor. Imoguiri ise bunun bir yalan olduğunu, onun buraya tek geldiğini, yanına ukulele aldığını, Delik’te on altı yaşından küçük kimsenin olmadığını ve  200 kat bulunduğunu söylüyor. Köpeğini kaybeden Imoguiri bir sonraki gün katın değişmesiyle kendini asıveriyor çünkü bulundukları kat iki yüz iki. İnandıklarının bir yalandan ibaret olduğunu anladığı an inancını kaybederek, yaşama tutunamayanlardan biri oluyor. Miharu’nun köpeği yemesi, Yahudi olmayanların inancını yok saymasını sembolize ediyor.  Imoguiri bazı teorilerde “Düşmüş Melek” veya “Yahuda İşkariyot” olarak nitelendiriliyor. Yahuda İşkaryot, birinci yüzyılda Yahudiye eyaletine İsa’yı öldürmek için gelen, Romalılara para karşılığı İsa’nın saklandığı yeri söyleyip yine Romalılar tarafından çarmıha gerilip öldürüldükten sonra yaptığı ihanetten pişmanlık duyup, vicdan azabı çekerek kendini asan bir din adamı. Imoguiri’nin ihaneti, Goreng’i bu deliğe göndermiş olmasından dolayı bağlantı kurabiliriz. Bu sayede Goreng, İsa rolünü oynuyor çünkü filmin birkaç yerinde Goreng’in düşüncelerini duyanlar “Sen kurtarıcı mısın, Mesih misin?” diye soruyor. Goreng’in iddiaları, Delik’tekiler için Don Kişot’un yel değirmenleri ile savaşması kadar boş bir inanç. Tüm insanlığın kurtarıcısı olarak görülen İsa’yı burada yine Goreng temsil ediyor. Goreng günlerini yanına aldığı kitabın sayfalarını yiyerek, bitkin bir şekilde günlerin geçmesini bekliyor. Artık Imoguiri de Goreng’in kafasında yaşamaya devam ediyor Trimagasi ile birlikte. Imoguiri de Goreng’e yeri gelince yemek oluyor. Bu sahnede yine dine bir atıfta bulunuluyor. Imoguiri, Goreng’in hayal dünyasında var olarak “Herkesin yaptığı gibi atlamak çok kolay olurdu ama sana hediye verdim, bedenim. Lütfen vücudumu ye… Kurtarıcı.”

  

“ İnsanoğlunun bedenini yiyip kanını içmedikçe sizde yaşam olmaz. Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir. Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar ben de onda.” Bu alıntı İncil’in Yuhanna 6:53-56  “Yaşam ekmeği İsa” ayetinden bir alıntıdır. İsa sözlerinin mecazi anlamda anlaşılmasını istiyordu, gerçekten beden yemekten söz etmiyordu. Sonsuz yaşam isteyen herkesin fidyesine iman etmesi gerektiğini anlatmak istiyordu.

Yine bir gaz kokusu ve Goreng kendini altıncı katta buluyor. Hücre arkadaşı siyahi adam sevinç çığlıkları ile uyandıkları kata bakmasını söylüyor. Sıfırıncı kata bu kadar yakınken umuda kapılan siyahi adam, artık buradan çıkmasına az kaldığını, üstünde sadece 5 kat olduğunu söylüyor. Bu karakterimizin adı Baharat ve yanında bir halat getirmiş. Yukarıdakilerden yukarı ulaşmak için yardım istiyor, buradan bu şekilde kurtulacaklarını söylüyor. “Tanrı benimle konuştu,  Delik’ten çıkmamı istiyor.” Yukarıdaki adam kabul ediyor ve Baharat kurtuluş yolunu bulduğu için sevinçle halata tırmanıyor. Tam yukarı ulaşacağı zaman elini yukarıdakilere uzatıyor derken, kadın Baharat’ın suratına dışkılıyor. Baharat dehşet içinde bağırarak iniyor ve ağlamaya başlıyor. “Beş kat, hiçbir zaman bu kadar yakın olmayacaksın.” diyor kendine harap bir şekilde. Baharat, İsa’nın baş havarisi olarak Petrus’u temsil ediyor.

 Goreng halsizce yemek yemeye çalışırken, yukarıdakilerin cinsel ihtiyaçlarını giderdiklerini duyuyorlar. Aşağıdakiler açlıkla boğuşurken bir isyan düşünmek imkansız oluyor. Çünkü insanın düşünmesi için önce hayati ihtiyaçlarını karşılaması ve refaha erişmesi gerekir. Aşağıdakiler bir ayın sonunda yukarı çıkarlarsa önce karınlarının tokluğu için çabalarlar ve o an aşağıda geçirdikleri günleri düşünmezler; bu da kontrolsüz bir tüketime sebep olarak Delik’in kısır döngüsünün devam etmesine yol açar. Seks yapan bu iki karakter de bunu güzel örnekliyor çünkü karınları tok ve artık ikinci plandaki fiziksel ihtiyaçlarını giderecek kadar refahtalar.

Karakterimiz Goreng, Baharat’a platforma binip en alt kata kadar yemekleri eşit şekilde fakat şiddet kullanarak dağıtmayı teklif ediyor. Baharat Goreng’e çıldırmış gözüyle bakarken “Acaba?” diye düşünüyor. Delik’in kurbanı olmaya hiç niyeti olmayan Goreng, Baharat’ı ikna ediyor ve ikisi yataklarının demirlerini parçalayarak silah yapıp ve platforma çıkıyorlar. İlk elli kata yemek vermemeleri gerektiğini söylüyor Goreng çünkü ilk elli katın her gün yediğini, elli birinci kattan başlayacaklarını ilk elli katın ise oruç tutacağını söylüyor. Yedinci katta olan insanlar “Başlarım böyle işe yedinci kattayım ve istediğim kadar tıkınmak benim hakkım.” diyor. Baharat’ın arkadaşı olan hücredeki yaşlı adam “Kimsin sen? Beyaz adamın siyahi uşağı mı?” , “Bu adam Mesih mi, kurtarıcı mı?” diyerek Baharat’ı kışkırtmaya çalışıyor. Fakat Baharat yemeği yemesine izin vermiyor. Aşağı inmeye devam ederken bir katta tekerlekli sandalyede başka bir siyahi ihtiyar gelip Baharat’a sesleniyor ve bunun böyle olmaması gerektiğini, insanları önce ikna etmesi, saldırmadan önce buna inandırması gerektiğini söylüyor. Burada bilge olarak tanıtılan karakterin Musa Peygamber olduğu teoriler arasında. Yönetime bir mesaj göndermeleri gerektiğini söylüyor, mesela masada duran Panna Cotta tatlısı mesajın sembolü olabilirdi. Bundan sonraki katlarda önce konuşmaya çalışıyorlar, işe yaramazsa şiddete başvuruyorlardı. “Panna Cotta bizim mesajımız.” sloganıyla bu tatlıya sonuncu kata kadar göz kulak oluyorlar ve tatlının yenmeden en üst kata ulaşması ile yönetimin mesajı alacaklarını umuyorlar. Yemekleri elli birinci kattan itibaren paylaştırmaya başlıyorlar. Karakterler bir sonraki katlarda kimsenin hayatta olmadığını, hücrelerin hepsinin kan revan içinde olduğunu görüyor. Miharu bu katlardan birinde bir adamın elinde çığlıklar atıyor ve adam bıçakla Miharu’yu öldürüyor. Bunları gören Goreng adama saldırıyor, Baharat birinin yanına aldığı katana ile yaralanıyor. Yaklaşık iki yüz elli kat olduğunu hesaplayan Goreng’in varsayımı, iki yüz ellinci katta Platform’un durmamasıyla çürüyor. Bütün yemekler bitiyor fakat Panna Cotta hala korunmakta. Üç yüz otuz üçüncü katta platform duruyor. Burada yine dinsel açıdan bakıldığında, üç yüz otuz üç katın her katında iki kişi olduğunu düşünürsek “666” sayısı elde ediliyor. Hristiyan inancına göre bu sayı Şeytan, Deccal ve kötülük anlamına geliyor. Hücredeki insan Asyalı bir çocuk. Burada Miharu’nun gerçekten çocuğunu aradığını ve katları çocuğuna yemek götürmek için dolaşıp insanları öldürdüğü ihtimali güçleniyor. Ayrıca Delik’te çocuk olmadığı iddiası da boşa çıkıyor. Platform karanlık bir kata inmeye devam ediyor ve Panna Cotta’yı platforma geri koymaları gerektiğini düşünüyorlar. Soğuk olmuyor, sıcak da olmuyor ve Panna Cotta’yı çocuğa yediriyorlar. Baharat Goreng’in rüyasında çocuğun mesaj olduğunu söylüyor fakat uyandığında Baharat’ı ölü şekilde buluyor. Tekrar Platform’a çıkan Goreng kızı da alıp karanlığa iniyor. Yukarıda kalan ise yalnızca parlak bir ışık. Trimagasi yolculuğun burada bittiğini, mesajın Goreng değil kız olduğunu söylüyor. “Mesajın taşıyıcısı benim.” diyor Goreng, Trimagasi ise “Mesajın taşıyıcıya ihtiyacı yok.” diyor. Platform’dan inen Goreng, Trimagasi ile karanlıkta yürümeye başlıyor. Goreng “O bizim mesajımız.”  dediği an çocuk yukarı hızla çıkmaya başlıyor ve film burada sona eriyor. İsa’nın elinden yemek yiyen çocuk (saf insan) yine İsa aracılığı ile cennet veya Tanrı katına ulaşmak üzere sonsuz yaşama kavuşmuş oluyor. Sistem eleştirisi açısından bakarsak, çocuğun masumiyeti ve gençliğin gücü, yönetimin ve ona hizmet edenlerin bunu öyle ya da böyle anlayacakları düşünülüyor.

 

Filmin sonu çoğu seyirciyi tatmin etmese de filmin yaratıcıları, sonucu düşünme kısmını seyirciye bırakmak istiyor çünkü film birçok yönden incelenebilecek malzemeler veriyor. Baştan aşağı insanın temel ihtiyaçlarının önceliği ve insanın özünde nasıl olduğunu bütün çıplaklığı ile anlatıyor. Sahnelerde ortam kısıtlılığı olmasına rağmen ve çoğu sahnesi diyaloglarla yürüyen bu film, sonuç olarak izleyiciyi ekrana kilitlemeyi başarıyor. Günümüze uyarlanacak olsa, Korona Virüsü’nün hızla yayılmaya başladığı günlerde, insanların stokçuluk yaparak, barbarca nasıl ihtiyacından fazla tükettiğine, market raflarında makarna, tuvalet kağıdı vb. gibi ürünlerin anında tükendiğine ve insanların bunun yüzünden şiddete başvurarak kavga ettiklerine şahit olduk. Filmin bu dönemde damga vurmasının sebebi, virüsün sebep olduğu durumlar ile tam tamına örtüşmesi olsa gerek. Filmde ihtiyacından fazla yiyerek alt tabakaları aç bırakan tüketicilerin, Korona Virüsü yayılmaya başladığında stokçuluk yapıp, rafları sömüren insanlık dışı ve düşüncesizce hareketlerde bulunan insanlardan hiçbir farkı yok. Film bu yönden sosyal dayanışmasının önemini hem diyaloglar hem de Baharat ve Goreng’in güçlerini birleştirerek düzeni bozmak için harekete geçmeleri ile örnekliyor. Dayanışmadan meydana çıkan değişimin “spontane” olmadığını anlatıyor.  Film boyunca verilen dini mesajlarla da izleyiciye çarpıcı bir gerçeklik sunan film, baştan sonra seyirciyi hem müzikleri hem ortamı ile rahatsız etmeyi ve bunaltmayı başarıyor. İnsanlığın ve insanın modern yaşama ne kadar adapte olursa olsun, temel içgüdülerinin vahşiliğinin ve açgözlülüğünün her zaman gizli olsa bile içinde var olduğunu ve Delik gibi bir düzende nasıl ortaya çıkacağını göstermiş oluyor. Ben de mutlaka izlenmesi gereken filmler listesine bir film ekleyerek yazıma son veriyorum.  İzleyiniz, izletiniz. Sorgulamayı ve sorgulatmayı da unutmayınız.

                                                                                                                                                                                                                                                                        Şule Nur Akdoğan


Yorumlar