“Piyango” Üzerinden Vicdan Rahatlatma Sanatı

 


Vicdanınızı rahatlamak için neler yaptınız? Kimleri günah keçisi seçtiniz veya neler yaparak kendinizi günahlarınızdan arınmış olduğunuza inandırdınız? Bu konuda Shirley Jackson tarafından ilk olarak 1948 yılında yayımlanmış olan Piyango, güzel ve sarsıcı bir örnektir. 27 Haziran sabahında herkesin katıldığı bir çekilişin hazırlanmasını, açıklanışını ve ödül takdimini anlatır bu başyapıt. Hikayenin başında bizi, güzellikleri ve umudu vadeden bir hava karşılar. Burada tasvir edilen hava, bize çekilişin ne kadar güzel ve önemli olduğunu hissettirir. Zaten insanların içinde bulundukları panik ve heyecan da bunun göstergesidir. Çocuklar ceplerine taşları doldura doldura piyangonun çekileceği alana koştuktan sonra adamlar, ardından da kadınlar meydanı doldurur. Bay Summers’ın elinde bulunan siyah kutu, köyün en yaşlısı olan İhtiyar Warner’ın bile doğumundan önce kullanılmaya başlanmıştır. Bir diğer deyişle, bu çekilişin çok uzun zamandır gerçekleşen bir gelenek olduğunu söyleyebiliriz. Bazı yerlerde yasaklanmış olsa da bizim yaşanılanlara şahit olduğumuz bu yerde hala devam eder bu çekiliş çünkü insanların çoğunluğu için bir gereksinimdir. İhtiyar Warner bu piyangonun bazı yerlerde bırakılması hakkında, bu insanların bir avuç ahmak olduklarını söyleyip piyangonun hep var olduğunu ekler. Belki de insanların bazıları bu geleneğe karşı çıkmış ama halkın çoğunluğu uyduğu için ellerinden bir şey gelmemiştir. Sonuçta bir şeyi toplumun çoğu kabul ederse, otorite için, karşı çıkanların bir önemi kalmaz. Ayrıca bu azınlık grubu için herkes tarafından yapılması gereken bu geleneği yapmamak bir seçim değildir çünkü fikirleri gibi kararlarının da bir önemi yoktur. İşin bir diğer ilginç kısmıysa insanları heyecanlandıracak ve çocukları erkenden meydana getirecek kadar güzel bir çekilişin yapılacağı kutunun, tüm kötülüğün, karanlığın ve belirsizliğin sembolü olan siyah renkte olmasıdır. Bu ayrıntının, okuyucunun hissettiği ilk ironi olması bakımından önemli bir yere sahip olduğunu düşünüyorum



Piyango sonucunda Hutchinson ailesi “şanslı” ilan edildiğinde buna tek itiraz eden bu ailenin annesi olan Tessie’dir ama kimse onu dinlemez ve siyah kutunun içi boşaltılıp oraya ailedeki insan sayısı kadar kağıt konduktan sonra herkesin seçmesi istenir. Tessie’nin kağıdında Kömür Şirketinin ofisinde kara kalemle çizilmiş olan iz görüldüğünde ise insanlar bu gelenekle ilgili hatırladıkları tek şey olan taşlara yönelirler. Kendisine ilk taşı atan kişi, Tessie’nin oğlu Dave’dir. Sonrasındaysa daha çok kısa bir zaman önce konuştuğu ve okuyucuya arkadaşı olduğu hissettirilen Bayan Delacroix, Bayan Hutchinson’ın yanına yerden iki eliyle zorlanarak kaldırdığı büyük bir taş ile gider. Bayan Hutchinson ise kalabalığın ortasında kalmış şekilde “haksızlık bu” dese de kafasının yanına bir taş isabet eder ve hepsi kadının üzerine gitmeye başlar. Güzel ve çiçekli bir yaz gününün ortasında tüm insanlar tarafından yıllardır kabul edilerek yapılmış olan bu cinayet, beyaz kağıt üzerine siyah mürekkeple yapılmış olan iz gibi kocaman bir kara leke olarak kalır. Bu izin Kömür Şirketinde yapılmış olması da çok manidardır. Zira kömürün, insanların ısınma ihtiyacı için kullanılan bir gereksinim olduğu herkes tarafından bilinir. Buna bir de kömürün değdiği her yere bulaştırdığı siyah izleri eklersek, tüm toplumun kömüre değmiş, siyahlaşmış ve yozlaşmış odunlar olduğunu ve onlar için Tessie’nin ölümünün de kendi vicdanlarını rahatlatmak adına yaptıkları, aynı ısınma gibi bir ihtiyaç olduğunu söyleyebilirim.


Farkındaysanız bu hikayede absürt veya gerçeküstü detaylar yer almıyor. Aksine sonuna kadar sıradan olan insanların bilerek, isteyerek ve kabullenerek yaptıkları bir geleneği ortaya çıkarıyor. Lakin tam olarak burada işlerin en korkunç yanı ortaya çıkıyor; en sıradan ve zararsız olarak görülen kişilerin yaptıklarında. Şimdi gelelim asıl sorulması gereken bunu neden yaptıkları sorusuna. Hepimizin bildiği “Temiz bir vicdandan daha yumuşak bir yastık yoktur.” diye bir Fransız atasözü vardır ve ister kabul edin ister etmeyin, bu hikayedeki seçilen kişinin taşlanarak öldürülmesi gibi herkes, bu yastığı rahat hale getirmek için akla hayale gelmeyecek şeyler yapabilir. Piyango’da insanlar koskoca bir yıl boyunca istedikleri günahı işleyebilirler çünkü bu senenin sonunda kendilerine bir günah keçisi bulacak ve kefaretlerini kan ile, bir kurban ile ödeyeceklerdir. Bu yerdeki tüm insanlar -kendi annesine ölmesi için taş atan Dave de dahil- ölüm sırası kendilerine gelene kadar hallerinden mutludur ve yaptıklarını da asla sorgulamazlar. Tessie Hutchinson gibi piyango onlara ne zaman vurur ve ölüm sırası sıra onlara gelir, işte o zaman gözleri tamamen açılır ve burada bir tuhaflığın ya da haksızlığın olacağını düşünürler.

Bir diğer önemli noktaysa günümüzde de devam eden önümüze altın tepsilerle sunulmuş günah keçileridir. Piyango hikayesinde günah keçisi olarak Tessie seçilmiş ve atılan taşlar sonucunda öldürülmüştür. Peki biz önümüze koyulan bu günah keçilerine ne yapıyoruz? Bize unutturulmak istenilen kendi kötülüklerimize sarılıp onları tutuyor muyuz, yoksa rahatlamak adına bir başkasının ölümüne mi neden oluyoruz?  Ne yazık ki 2020 yılında Türkiye’de hala kadın cinayetlerinin bitmesi adına birçok şey yapıp birçok şey konuşmak zorunda kalıyoruz ve bitene kadar da konuşmaya devam edeceğiz. Peki ama zaten fiziksel ya da psikolojik olarak kadına şiddet uygulayan insanların, bir cinayet sonrası sosyal medyada “böyle insanlık batsın.”, “siz insansanız, ben olmak istemiyorum.”, “bir can gitti hala neler konuşuyorsunuz siz” gibi söylemlere ne demeli? Bu, kadına şiddet gösteren, onların canına kıyan insan olamayacak kadar cani varlıkları günah keçisi bilip kendi yaptıklarının cezasını sadece konuşarak ortadan kaldırmak değil mi? Yani düşünsenize, biri Twitter’da ahkam kesip sonra gönül rahatlığıyla kendi eşine şiddet gösteriyor ya da iş yerinde mobbing uyguluyor ve bundan rahatsızlık duymuyor çünkü vicdanı rahat, çünkü zaten ona sunulmuş olan caniye bir sürü şey söyleyerek “içini rahatlatıp hem kendi vicdanını hem de çevresindekileri susturmuş oldu.

Bu konuda hatırlatılabilecek bir diğer şey de Şahsiyet dizisinde çok sevdiğim bir anlatımdır. Gazeteci Ateş, Nevra’ya eğer insanların doğru soruları sormasını istemiyorsa, başka tarafı anlattığını söyler. Örneğin bir cinayet haberinde, asıl soru olan “silahın bu kadar kolaylıkla nasıl bulunduğunun” üstünü örtmek istiyorsa, silahın diğer ucunda olan kurbanı betimlediğini anlatır. Burada da olduğu gibi asıl sorgulanması gereken şeyler ortadan kalksın diye insanların önüne süslenmiş başka bir konu verilir -tıpkı mekanın kötülüğünü, hazırladığı yemeğin güzel sunumuyla ve kullandığı gümüş tabaklarla örten bir restoran gibi. Mesela, bu kadar cinayet işlenirken bunların asıl artış nedenini ve bitmemesini sorguluyor muyuz hiç? Bunu sorgulamak yerine üçüncü sayfa haberlerinde uzun uzun yazılmış olan betimlemeleri okuyup üzülüyor ve sadece paylaşımlarda bulunuyoruz. Bunu yaparken asıl konuşulması gereken gazetelerde ve haber kanallarında kadın cinayetleri için sık sık kullanılan “Namus Cinayetleri” teriminin zararlarını, öldüren erkeklerin “cinnet” geçirdiği iddiasının katil olmaya aday insanlar için verdiği güveni konuşmuyoruz. Ya da bunun çok ötesinde önümüze, gerçekleri örtmek için sunulan sadece vaktimizi öldürmek adına ortaya atılan ve zaten kazananı belli olan yarışmalar, vizyon tarihi ertelenmiş filmler ve bir grubun hayranı olduğu sıradan bir müzik grubunun verdiği röportajlar ile oyalanmamız sağlanıyor ve biz bunu kimin getirdiğini ve ne pahasına olduğunu asla düşünmüyoruz. Aynı şey bu hikayedeki insanların önlerine güzellikle serilen “piyangonun iyi olduğu ve her zaman var olması gerektiği” düşüncesine takılıp gerçeklerin korkunçluğunu anlayamamalarında da vardır. Tüm bu söylediklerimden sonra tek ricam  bizi uyutan yalanlara değil acı gerçeklere ulaşmak adına adım atmanız.

Sonuç olarak demek istediğim şu ki, süslü şeylere kanıp gerçekleri görmezden gelmeyin. Bir paylaşımdan dolayı insanların toplumsal eşitliği savunduğunu, kadın cinayetlerine karşı olduğunu, hayvanlara değer verdiğini düşünmeyin. Önünüze koyulan altın tepsiye bakarken onu kimin ve neden getirdiğini, altındaki anlamların ne olduğunu düşünmeden asla almayın. Üstü örtülmüş yalanların ve kirli işlerin cirit attığı bu dünyada, gözlerimizi tamamen açıp her şeyi tam olarak görmeli ve vicdan rahatlatmak, bir nebze daha iyi hissetmek adına yapılan caniliklerden uzak durmalıyız. Unutmayın ki Püriten zamanında İngiltere’den Amerika’ya giden ve her şeyin bilincinde olarak tüm dini yozlaşmalara inat kendi dini grubunu kurmuş olan (sonrasında ise “din adamları” için tehdit oluşturduğundan ve özellikle cinsiyetinden dolayı yargılanıp ceza almıştır) Anne Hutchinson olmak da bıçağın ucu boğazına ulaştığında, artık her şey çok geç olduğunda gerçekleri anlayan Tessie Hutchinson olmak da bizim elimizde. Anne gibi gerçekleri görme bilinci ise ancak okumayla ve sürekli gelişim içinde olmakla olur. O yüzden her zaman okuyun, okutun ve edebiyattan ibaret kalın ki vicdanınızı rahatlatmak uğruna caniliklerin parçası olmadan ve insanlar aynı sebepten sizi kurban etmek istemeden önce önlemler alabilme fırsatı kazanın.

Esma Nur Koçak

Yorumlar